Çalıkoğlu`ndan İddialı Açıklamalar

Çalıkoğlu`ndan İddialı Açıklamalar

İddialı siyasetçi Tuygan Çalıkoğlu konuk olduğu `Bakış Açısı` programında Vedat Sezer`e çarpıcı açıklamalarda bulundu.

Deneyimli siyasetçi Tuygan Çalıkoğlu, TON TV`de cuma günleri yayınlanmakta olan Bakış Açısı programına konuk oldu. Gazetemiz İmtiyaz Sahibi Vedat Sezer`in hazırlayıp sunduğu programda yöneltilen soruları içtenlikle yanıtlayan Çalıkoğlu, siyasetten ekonomiye, sosyal yaşamdan çevre sorunlarına pek çok konuda Çanakkale ile ilgili ezber bozan ve dikkatleri çeken açıklama ve yorumlarda bulundu. İşte noktasından virgülüne kadar Tuygan Çalıkoğlu`nun çarpıcı düşünce ve yorumları:

 “ Babamın desteğiyle siyasete girdim”

Tuygan Çalıkoğlu ilk siyasete babasının desteği ve zorlamasıyla adım attığını belirterek; “ Biraz babamın da desteğiyle ve zorlamasıyla siyasete girdim . Baştan ailemden büyük tepki almıştım çünkü siyaset Türkiye’de insan kaynakları sıkıntısı yaşayan bir sektör. Türkiye’nin yetişmiş insan kadrolarının siyasetle fazla ilgisi yok, siyasette var olmanız farklı algılanıyor yani aklı başında neredeyse hiç kimsenin boy göstermemesi gereken ya da sivrilemeyeceği bir alan çünkü Türkiye’de ki ana yasanın yarattığı siyasi partiler kanununda, seçim kanununda normal bir insanın aradan çıkarak aday olması ve Ankara’ya temsilci olarak gitmesi olasılığı çok düşüktür. Dolayısıyla bu zor bir süreçti çünkü parti içi demokrasilerin dışında, sistemle ilgili yapısal sorunlar var. Ben bu süreçte ısrarla devam ettim, üç dönem aday oldum. İlk dönemde 1999 seçimlerinde ön seçimle CHP’ de ikinci sıradaydım ama ne yazık ki bir daha ön seçim yapılmadı” dedi.

“ Ön seçimde ikinci oldum”

Çalıkoğlu ilk önseçimde CHP’den ikinci sıra milletvekili adayı olduğunu kaydederek; “ İlk seçimle ön seçim yapıldı ikinci sıradaydım. İkinci sıra milletvekili adayıydım. O seçimde CHP parlamento dışı kaldı. Tabi Türkiye genelinde %10 barajının altında kaldığımız için yoksa Çanakkale milletvekili çıkaracak oy oranına ulaşmıştı. Son iki seçimlerde de çok iddialıydım ama Ankara tüzüğün bir maddesi gereği, Ankara yoklamasıyla belirledi, merkez yoklaması diyoruz, orada hem o seçim hem ondan sonraki seçimlerde üçüncülük verildi.Bu süreçte fazla bir şey söyleme şansınız yok çünkü baştan girerken üç yöntemle yapılıyor.Ben her zaman için örgütün iradesinin yansımasını, tabanın düşüncelerinin iktidar olmasını ve onun iradi kararıyla listelerin belirlenmesini savunan ve bu konuda belki de en fazla mağduriyeti olan kişiyim.Diliyorum seçim ön seçimle yani üyelerin katılımıyla belirlenir, böyle durumda destek çok daha fazla oluyor çünkü kişilere verilen değer ve onların iradesine saygı,-bunlar önemli kavramlar-, örgütün o kadar yorgunluğunu çeken kişilerin hele hele kendisinin hiçbir şekilde görüşünün alınmaması kabul edilebilir bir olay değil.O akımdan ben önümüzdeki seçimlere CHP’ nin 2011 seçimlerinde e n son yaptığı gibi üye bazında bir seçimi bekliyorum henüz adaylığımı açıklamadım ama girmeyi düşünebileceğim bir süreçteyim” diye konuştu.

“ Benim düşüncem CHP ile aynı”

Dünya görüşü ile ilgili de konuşan Çalıkoğlu; “ Şu anda tabi ki 1980 sonrası son 15-20 yılda yoğunlaşan bir dönem var. Bu elektronik devrim, bilgi toplumu, internet teknolojileri yaşamı çok değiştirdi. İdeolojileri sorgulamaya götürdü. Ama bu gün bütün kolektif kimliklerin ötesinde insan var, insanın mutluluğu, refahı, yaşam kalitesini arttırma var, özgürlüklerin yayılması ve bunun güvence altına alınması var. Benim düşünce olarak, zaten Cumhuriyet Halk Partisi’de kendini ifade ediyor ki, bunu çağdaş bir sosyal demokrat hareket haline getirme konusunda yazdıklarım var. Bunu web sitemde paylaşıyorum. Özgürlükçü bir sosyal demokrasiyi savunuyorum ve bu şu demek; insanın mutluluğu ön planda, insana hizmet eden bir devlet bu çok önemli, devleti yeniden yapılandırma, sosyal demokrat bir yaklaşım. Bu nedir derseniz; adaletsizlikler çok fazla zaten sosyal demokrasi, kapitalizmin yaratmış olduğu eşitsizlik ve adaletsizliklerin karşısında bir tavırdır. Amaç toplumda adaleti temin etmektir ama günümüzde sosyal adalet çok boyutlu bir kavram. Eskiden sadece gelir dağılımındaki adaletten söz ederdik ama şu anda tanınma adaleti var mesela kültürel haklar diyoruz; bunun içinde geçmişte baş örtü, türban sorunundan tutun da ana dilde eğitime kadar bir dizi talepleri olan toplumsal bir yapı var. Bunlar bizim insanlarımızın talepleri, vatandaşlarımızın haklı talepleri dolayısıyla sosyal demokrat anlayış bunu da sosyal adalet ağının bir parçası olarak görüyor biz buna tanınma adaleti diyoruz. Bunun dışında katılım adaleti var. Bugün gençlerin ve kadınların siyasete girmesi çok kolay değil çünkü katılımda ciddi sorunlar var. Az önce söylediğim yasal düzenlemeler gerekli. Her ne kadar bir takım teşvikler uygulansa da kadınların sayısını  batı demokrasisindeki kadın oranının çok altında görüyoruz, gençlerin oranı da çok altında. Her zaman şunu söylüyorum  eğer bir toplumda siz temsili demokrasiyi savunuyorsanız, toplumda %a demokratik yapıya uygun olarak çünkü %50 den fazlası genç bir nüfus olan Türkiye’nin hala daha yaşlı bir kategori tarafından temsil edilmesini doğru bulmuyorum. Dolayısıyla hem cinsiyet anlamında hem yaş olarak parlamentoda Türkiye’nin sorunlarını dile getiren bir parlamentoyu taakkül ediyorum. Bu benim ütopyam dolayısıyla bir başkasını, bir genci ya da bir kadını daha iyi temsil ederim gibi bir iddiam yok onlar kendilerini mutlaka orada temsil etme fırsatını bulmalılar. Onun için Türkiye demokrasisi siyasal yapısal bir sorunu olduğunu görmek zorunda.Bu durum direk ekonomiyi etkiliyor.Hem siyasal, hem sosyal hem de ekonomik yapısal reform olmazsa Türkiye’nin refahının artması da mümkün değil. Ak partinin getirmiş olduğu ve tıkandığı an  2011’den beri yoksullaşan, büyümeyen Türkiye’nin nedenlerinden biri de yapısal sorunlar ve bu siyasal boyutu” dedi.

“ Türkiye’de bir ilizyon var”

Çalıkoğlu Türkiye’nin büyüyüp büyümediği sorusuna da içtenlikle yanıt vererek; “  Türkiye büyümedi değil ama bir ilizyon var ortada. Sanal bir büyüme çok net konuşuyorum, biliyorsunuz benim aynı zamanda ekonomi üzerine yazılarım ve konuşmalarım var.Türkiye’ bir yıl boyunca ürettiği mal  ve hizmetlerin toplamına bakarsak; şöyle söyleyeyim gayri safi yurt dışı hasıla, toplam bir yılda üretilen mal ve hizmetler anlamına geliyor, bunu Türk lirası olarak yapıyoruz ama bunu ya sabit fiyatlarla ya cari fiyatlarla yapıyoruz ve dolara otalama dolar kurundan bölerek bir dolar rakamı çıkarıyoruz.Şimdi 10 bin doları geçmişiz diye uzun süredir Türkiye’nin gelişen ekonomisinden söz ediliyor. Yıllık kişi başına düşen milli gelir tam olarak 10.850 dolar 2013 rakamı. Bu ne demek kişi başına gelir demek. Kişi başına deyince bir hanede 4 kişi varsa yıllık küsuratsız 40 bin dolar geliyor demektir. Bu da her eve ayda 7 bin lira civarı para giriyor demektir. Yani bu çok abuk sabuk bir şey. Türkiye’de 5 bin lira ve üzeri geliri olan grup %10’nun altında. Bir takım çok çarpıcı istatistikler var eğitimde Türkiye ortalaması orta iki seviyesinde. Tabi Türkiye’de bu ilizyon yapılıyor bu bir yöntem. Ülkeler arası karşılaştırma yaparsanız satın alma paritesine göre yapıyorsunuz.2002 de 351 milyar olan gayri safi yurt içi hasıla 2013 de 1.565 trilyon yani tl’ye ulaşıyor. O zaman diyorsunuz ki Ak parti döneminde 4,5 kat büyümüşüz peki nerede bu para ? Tamam insanlar eskiye göre daha iyi konutlarda oturmak istiyor, daha iyi arabalar kullanıyor daha çok beyaz eşya kullanımı var ama bu oranda büyüme değil.Derseniz ki “nedir büyüme ?”; reel anlamda, ekonomiyi bilenler bunu kuşkusuz kabul eder, sabit fiyatlarla karşılaştırdığınız zaman Türkiye 11 yılda %68 büyümüş durumda.Peki nüfus ne oldu? Türkiye aynı nüfusta değil 77 milyona gidiyoruz bu şu anlama geliyor; Türkiye gelirini %47 arttırmış, 73 milyar dolar sabit fiyatlarla 123 milyar dolar olmuş ama siz ne yapıyorsunuz 800 küsur milyar doları geçtik 1 trilyon dolara gidiyoruz diyorsunuz, böyle para yok ortada.Türkiye’nin satın alma gücü 11 yılda sadece bu kadar artmıştır gerisi sanaldır,göz boyamadır.Bunu hangi iktidar yaparsa yapsın cari fiyatlara eğer siz gayri safi yurt içi hasıla yapıyorsanız ciddi bir manipülasyon vardır” dedi.

“ CHP benim ailemden bana mirastır”

Cumhuriyet Halk Partisinin ailesinden kendisine miras olduğunu ifade eden Tuygan Çalıkoğlu; “ CHP benim aileden miras kabul ettiğim bir aile partisi dolayısıyla ben CHP’nin yöneticiliğini yaptım, örgütten sorumlu il başkan yardımcılığı yaptım defalarca il başkanı adına Ankara’da yurt dışı ve sosyalist enternasyonalde toplantılarda temsil ettim, üç tane millet vekilliği yaptım ancak parti içi  demokrasisinde ciddi sıkıntılar vardı geçmişte kaldı ama yarışılmayan, seçim yapılmayan listelerin belirlendiği süreçler yaşadık, bu işin boyutu. Ama ben o dönemde herhangi bir şekilde rahatsızlık duymadan bütün köylerde kentlerde en çok dolaşan adayların başındaydım ve çok talep gören bir kişi olarak da hem mitingler hem köy kahve toplantıları yaptım. CHP’nin şu son dönemde özellikle Kemal Kılıçdaroğlu’nun liderliğinde dönüştürmeye çalıştığı bir siyaset var. Sosyal demokrasiyi yeniden tanımlıyor. Benim daha önce ifade etmeye çalıştığım çerçevede isteseniz bunu genişletebiliriz, bunun sosyal, ekonomik ve siyasal çerçevesini daha da çizebiliriz ama dönüşüme ayak uydurmak isteyen, dünyada ki değişimi özellikle bu bilgi toplumunun gerçeklerini artık sanayi toplumunun kitlesel üretimi yok ve var, homojen yapılar yok, tek tiplilik yok dolayısıyla bu çeşitliliğe hitap etmek üzere yeniden tasarlanması gereken bir siyaset var, bütün bunlarla ilgili konuşmaları bir de uygulamaları var. Takdir edersiniz ki CHP bu ülkeyi, bu devleti kuran parti ve ilk defa demokrasiyi tesis eden parti dolayısıyla orda da gelişiyoruz ne kadar geliştiğimiz ortada ama sonuçta hep ilkeleri yaratan bir parti.Fakat 1923’den bu yana  bu kadar eski bir partimiz yok.Kurulan partiler belli bir iktidar döneminden sonra yok oluyor.Demokrat parti nerde?Adalet parti yok,  gelen bir büyük değişim yaşayan Türkiye’de Anavatan Partisi yok.Ak partinin de yarın nasıl olacağını merak ediyorum bundan AKP li dostlar rahatsız olmasın ama 2001 krizinin sonunda Türkiye’de gayri safi yurt içi hasılayı %25 yani dörtte birini kaybetti, insanlar işlerini kaybetti,finans sektörü,medya çok etkilendi gelirleri düştü, ücretlerinin düşmesine ses çıkarmadılar yeter ki işlerimizi kaybetmeyelim dediler,bankadan çektikleri kredileri ödeyemediler.Tek bir hedef kaldı;para kazanmak yani insanlar sadece ailesini geçindirme derdine düştüler bu 2001 krizinin yarattığı sorundur.Yani Türkiye her şeyi bir kenara koydu sadece para öne çıktı.Türkiye de neden bu duruma geldik, neden sorunlara bu kadar ilgisiz bir toplumuz ya da 17 aralık, 25 aralık bütün bu hukuksuzluğa rağmen Türkiye’nin ses vermemesinin temelinde eğer ekonomi iyi gidiyorsa ses çıkarmayan bir toplum yapısı oluştu.Bu birincidir.Bu çok önemli bir konudur.Gerçekten canı yanan insanımız bir karar verdi ve 2002 seçimlerinde merkez sağ ve sol partileri tasfiye etti. Ak parti bu süreçte aradan çıktı ve bir ekonomik krizle tepkisel olarak geldi. O sırada yolsuzlukları düşünün, ekonomide ki o vurgunları bankaların hortumlanmasını düşünün o sırada var olan bütün partileri yok etme iradesini seçmen ortaya koydu ve tarihte ilk defa yaptı ve Ak partiyi getirdi.Tabi mevcut iklim çok önemli.Türkiye tasarrufu olan bir ülke değil.Türkiye’de AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılına kadar bir model vardı bu bütçe açığı veren ama cari açık vermeyen bir büyüme modeliydi.2002 de bu bütçe açığı vermeyen ama cari açık veren bir modele dönüştü bunun nedeni olarak da eskiden kamu borçları yüksekken özel sektörün borçları burada yüksek olmaya başladı. Kamunun borçları azaldı ama özel sektörün borçları çok yüksek.Burada mesele şu; küresel ölçekte paranın bol olduğu bir dönemi yaşadık biz bu dönem bundan önceki bu mayıs ayında bitti ve AKP Amerikan Merkez Bankasını temsil eden FED2in parayı çekeceği sırada, doları çekeceğini söylemesine rağmen gerekli önlemleri almadı.Faiz arttırmaya gitti tam tersine hatırlayınız Erdem Başçı’ya baskı yaptı uzun süredir zaten Türkiye’nin yapısal sorunlarından bir tanesi bu. BDDK olsun ki bu tek yapısal reformdur yapılan, Türkiye’nin geçmişinde bankacılık reformu bugün ayakta kalmasının nedeni o dur.Kemal Derviş döneminde alınan önlemler olmasaydı avrupadan farkı olmazdı şu krizin ama onun dışında bir şey olmadı örneğin Merkez Bankasına siyasetin direk müdahalesi var.Şimdi faizleri indirin diyor nasıl indirsin? Sizin şu arada reel faiziniz eksiyse tasarruf yapar mı bu ülke?Tasarrufa para gönderir mi? Bakın daha önce ithalata ikame üzerine oturmuş olan bir dönem geçirdik, Özal’la dışa açıldık iç rekabetten küresel rekabetin aktörü olmayı savunduk, büyümeye başladık ama Türkiye2nin ithalata ikame döneminde bir alışkanlığı vardı, bu devletin öncülüğünde ki bir devlet kapitalizmi dediğimiz o süreçte insanların kaderlerine razı bir yapısı vardı.Rıza gösteriyordu bugün ki konumdan farklıydı,sahip olduklarıyla yetinen,şükreden bir yapı vardı.Bu bitti Türkiye tam bir tüketim toplumu olma yolunda ilerledi ve kendi parasıyla değil başkalarının tasarrufuyla bir büyüme modeli sürdürdü.Ne zamana kadar? 2011 den beri Türkiye beklenen potansiyel büyüme denilen %5’e ulaşamıyor bu sefer geçe gün Babacan %3,3 ki  bu Avrupa zorunda en büyük orandır, dedi. Bunu sürdürüyorsunuz ama hep gelecek sanıyorsunuz. Büyüme modeli güzel ama büyümeyi siz borçlanmadan yapabilirseniz güzel. Türkiye’de cari açık bir ara 9,9’du 5’leri iyi görmeye başladık.Bu oranda bir cari açığın nedenini sorarsanız , siz mal ihraç ediyorsunuz bu malı Euro ile ihraç ediyorsunuz halbuki bu malın büyük bir bölümü ya sermaye malı ya ham madde ya da yarı mamul madde bubları da dolar olarak dışarıdan alıyorsunuz. Çünkü kur da sizi olumsuz etkiliyor. Dolayısıyla siz dışarıdan bağımlı olduğunuz için, yani Türkiye bugün ara malları, ham maddeyi dışarıdan alıyor, enerjiyi alıyor, petrolü,doğalgazı, çok ciddi paralar ödüyor. Bu durumda Türkiye’yi büyütüyorsanız cari açık artıyor. Cari açık düştü dendi çünkü Türkiye ekonomisi küçülüyor beklenen büyümeyi göstermiyor.Bundan  sonra daha da zor olacak çünkü FED’in kararı var artık parayı topluyor Amerika’ya dönüyor dolarlar,eskisi kadar kolay kredi ve ucuz maliyet bulma şansı yok.o zaman ne olacak? Türkiye de büyük şirketlerin,büyük bir burjuvazinin varlığında söz edemeyiz küçük esnafın üzerine dayalı bir esnaf kapitalizmi örneğidir bu esnaf hem sermayeyi, hem emeği temsil eder.Batıda olmayan bir modelle esnaf üzerinde iktidara getirilmesi 60’larda işçilerin iktidarı söz konusuydu gelmedi ama esnaf 2002 d3 iktidar geldi AKP2nin esnaf üzerinden iktidar yapıldığı bu süreç ama gene kendi iktidarını esnaf üzerinden bitirecek.Çünkü esnaf şu anda çok ciddi sıkıntıda, para kazanamıyor, iş yerlerini kapatma noktasına doğru gidiyor.Bu güzel bir şey değil.Türkiye2nin sosyoekonomik bir analizini yapmak lazım.Türkiye değişiyor,Türkiye’de insan toplum değişiyor, ekonomi değişiyor siyasetin bu değişimi anlaması lazım.Bir demokratik örnek vereceğim ; 1927 yılında Türkiye’deki nüfusun %75’i kırsalda yaşıyordu şimdi 76-77 milyon %75’i kentlerde” dedi.

“ Yaşanan göçlerin nedeni ekonomik nedenlerdir”

Türkiye’nin aldığı göçler ile ilgilide açıklamalarda bulunan Çalıkoğlu; “ Şimdi  %40’ı tarımda istihdam edilen nüfus bir anda bu imkanı kaybediyor çünkü ekonomik faaliyeti yok. O zamanlar%40’na yakın gayri safi yurt içi hasılasını üreten o yılların ülkesinde %25’e düşüyor %9 gayri safi yurt içi hasılasındaki payı tarımın. Tarım payı düşünce istihdam olanakları düşüyor, millet tarımdan uzaklaşıyor, kırsaldan kente geliyor. Bu ekonomik nedenler.Bir de terör vs.nin de etkileri var.Ama bütün mesele insanımız metropole geldiği zaman hükümetin onlara bir hoş geldin deyip, bir yol göstermesi yok. Hemşerilik, cemaat vs. bağlarıyla oraya ulaşıyor.Kentin varoş dediğimiz şu anda çok değerlenen örneğin; Sarıyer, Tarabya sırtlarında, Beykoz’da ormanlıkta kamusal araziler de gecekondulaşıyor ve bu insanlara sahip çıkılmıyor, yok hükmünde çünkü kentleşme ayrı, kentlileşme ayrı bir süreç. Çetin Altan’ın bir sözü vardır “bir kentli olma üç kuşağa yöneliktir”. Üç kuşak olmadan tam kentlileşemiyorsun çünkü kente gelmek o kentin kültürünü solumuyorsanız mümkün değildir. Tabi kırsal geliyor kente, kent kültürünü etkiliyor, kırsal kenti bir ölçüde köylüleştiriyor kentli kırsalı bir ölçüde kentlileştiriyor. 60’lı yıllarda arabesk dinlenmezdi İstanbul’da. Şimdi kültür etkileşimi içerisinde bir dönem oldu. Her seçim öncesinde verilen tapular, yapılan yollar, elektrik, su, doğalgazın getirilme rüşvetleri oy karşılığında, bu insanları orada tuttu. Ancak güvensiz bir şekilde tuttu.Her an  devletin ya da belediyenin baskısı olabilirdi. Burada karşılıklı bir anlaşma var yani belediyeler kamusal alanda bir sürü zarar yol açabilecek eylemlerin parçası olduğu halde toplum cevap vermiyor. Kirlenmedir bu aynı zamanda çünkü kendisi de bunun parçası olmuş durumda,ses çıkartmıyor çünkü çaresiz sonra varoşlarda kendisine sahip çıkılmayan insanların oluşturduğu bir siyasi irade de ben Türkiye’yim diyor.Bu insanların eğitimi, sosyal devlet olarak sağlığı, soysala güvenliği,en temel fizyolojik ihtiyaçlarını karşılama konusunda devletin bir yardımını görmüyor.Dolayısıyla bu eksikliği görerek, 2002’de belli kaynakları dünya piyasasında bir rahatlamanın para bolluğundan kaynaklanarak AKP kullandı.Ama dediği gibi 4,5 kat dolar bazında 3,6 kat büyüyen bir ekonomi yok.Bu işin mutlak değer kısmı bunun bir de paylaşımdaki adalet boyutuna bakarsanız çok kötü. Türkiye en kötü ülkelerden bir tanesi. Bunun 1’e yakın olması lazım, 20-30 bandında olması lazım, nokta 1’e yaklaşınca adaletsizlik hat safhada, tepedeki %20’nin altına bakın, bir alttakine bakın kaç katı? Bu adaletsizlikler sürdürülebilir değil. Onun için sosyal demokrat hareketin bu adaletsizliğe karşı bir tavrı var. Bu gelir dağılımı olarak, kültürel hakların kullanımında da tanınma adaleti olarak, gençlerin ve kadınların katılımına yönelik de katılım adaletini tesis etmek dolayısıyla toplumda bir uzlaşı tenin etmek, farklılıklarla bir arada yaşamak, demokrasi, bu da mümkün. Yoksa sadece bugün ki yapı sandığı koyuyorsunuz. Şimdi AKP’nin bir iddiası var diyor ki ben sandıktan çıktım. Sandık yargı değil, demokrasilerde kuvvetlerin ayrılığı var. Ben anlayamıyorum Türkiye’de bu kadar hukuksuzluk var, bu kadar yasa ihlalleri var hatta anayasa ihlalleri var ama buna karşı toplumun tepkisi çok sınırlı. Bana göre iki boyutlu. Birincisi tabi ki ekonomik.ekonomi iyi gittiği zaman doğrudan ya da dolaylı olarak yardımlar var insanları rahatlatan şu anda bunları önemsiyorum.Bu tür destekler veriyor AKP iktidarı. Bir sosyal devlet olarak vermeli ama bunu bir sosyal politika, bir yardım gibi vermemeli bir hak olarak vermeli. Verme kriterlerini bilmiyorum ben. Siz biliyor musunuz? Dedikodular üstünden bir şey söylemek istemiyorum” diye konuştu.

“ Devletin çeşitli desteklerine karşı değilim”      

Çalıkoğlu devletin yaşlılık maaşı, engelliler, evde bakım hizmetleri gibi bir çok dalda sürekli verdiği desteklere karşı olmadığının altın çizerek; “ Devletin bu tür desteklerine hiçbir şekilde karşı çıkmıyorum. Hak ve özgürlükler alanı çok önemli. Türkiye’de düşünce özgürlüğü yapısal sorunlardan bir tanesi.Basın özgürlüğü; Türkiye’nin şu anda geleneksel medyası ne yazık ki haberleşme, iletişim sorumluluğunu yerine getiremiyor, büyük bir baskı yiyor. Eğer siz hükümete karşı bir grupsanız vay halinize, ertesi gün müfettişler geliyor, sizi silkeliyorlar, çok büyük cezalar verilebiliyor, yazarlar çıkartılabiliyor, bir ara “Alo Fatih” olaylarını hatırlayın, yani rahatlıkla işlerinden edilebiliyor insanlar, insanların gelecekleriyle oynanabiliyor , medya patronlarının medya dışında faaliyetleri var ses çıkartamıyorlar çünkü ticaretin içine girmişler. Kim getiriyor bu sorumluluğu şu an da yerine? Sosyal medya. Ben sosyal medyayı izliyorum, insanlar özgürce tavrını koyuyor, yorumunu yapıyor, çok ağır eleştiriler olabilir ama sonuçta çık hızlı değişen bir gündemi takip etme şansınız geleneksel medyada yok ya da özgürce bir yaklaşım,tavır pozisyon almak yok.Şu anda benim izlediğim bir çok haber portalı elektronik ortamda, yazılı baskı hem yetişemiyor hem de çok tutunamıyorlar orada.Ben bir çok yazarı artık orada takip ediyorum çünkü işlerini kaybetmişler.Dolayısıyla hak ve özgürlükleri önemser anayasa altında güvenceye alırsanız o zaman bu tepkiler olur.Türkiye’de en küçük gösteri şiddetle karşılanıyor.Bunlar dışarıda çok sıradan hadiselerdir, tepki verirsiniz, karşı çıkarsınız çünkü düşünce ifadesi içerir. İfade edilmeyen düşünce düşünce değildir. Dolayısıyla düşüncenin ifade edilmesi bir suç unsuru olamaz,İçerisinde şiddet olmadıktan sonra düşünceye karşı çıkamazsınız.Türkiye düşünceye tahammül edemiyor.Siz başbakanı,bir başkasını protesto edebilirsiniz bu demokratik hakkımızdır.Demokratik süreci ihlal etmediğiniz sürece bu özgürlüğünüzü kullanabilmeniz lazım zaten Türkiye ekonomide kalıcı bir istikrar istiyorsa demokrasiyi AB standartlarına koyması lazım.Demokraside iktidar, muhalefetin ya da azınlıkta olanların haklarını ve onların iktidara gelebilmeleri için koşulları hazırlar, batı demokrasisinde bu böyledir. Ayrıca Türkiye’nin Güney Doğu’da çok önemli bir konusu var, bu çözüm sürecinde Türkiye’nin bütün partilerinin konuşabilmesi lazım. Demokrasi uzlaşma rejimidir. Toplumsal uzalşamayı sağlamadan nasıl farklılıklarla bir arada yaşayacaksınız? Benim en çok okunan makalelerimden biridir. Bugün heterojen çeşitli sanayi toplumunun ekonomik modelinin yaratmış olduğu homojen insan yapı yok, çeşitlilik var.Çocuklarımıza bile söz geçiremiyoruz, herkes ayrı kanal seyrediyor, tercihlerimiz farklı, sınırsız bir çeşitlilik var internet ortamında, böyle bir yapıyı siz otoriter bir tavırla yönetemezsiniz. Bir kere yürütmenin denetlenmesi lazım. Yürütmeyi nasıl denetleyeceksiniz? Yargı bağımsız olmak zorunda. Yargıyla ilgili çalışmalar ortada şu anda HSK ile ilgili gelişmeleri biliyorsunuz Türkiye’nin sıkıntılarından bir tanesi bu.Referandum yapıldı, sonra yasal düzenleme oldu sonra gene değiştirildi.Zaten şu anda Türkiye’nin en büyük sıkıntılarından biri yasa yapmasını bilmeyen bir ülke noktasına geldik. Yasa çıkıyor 6 ay en fazla 2 yıl geçiyor torba yasa diye bir değişiklik düzenlemeler konuyor. Şimdi bu nasıl olur? Batıda yasa, ilgili bakanlık bürokratları ve uzmanlardan görüş alır, çalışır bir taslak yapar, dolaylı etkilenen bakanlıklardan da görüş alır, siyasi partilerde yetmez  bir de sivil toplum örgütlerinden alır.Çok tipik bir örnek vereyim; 1/100.000 lik bir imar planı düzenlemesi var. Bozcaada belediye başkanımız Hakan beyle geçen gün konuştuk “Ankara’ya gidiyoruz” dedi. Bütün bu görüşmeler öncesinde Bozcaadalıların görüşü ne kadar alındı? Bu bürokratların oturup masada yapmış olduğu bir çalışma. Tabi siz oradaki tahminlere bakarsanız, geçen gün ben inceledim Balıkesir-Çanakkale ile ilgili imar planı 1/100.000 de Lapseki’yle ilgili olarak ki benim memleketim, 25.000 den 2040’da 6,5 kat büyüme 161.000 nüfus ön görüyor. Bu hiçbir yerde yok bir tek Lapseki’de var.Köprüyü düşünerek mi yapmış bilemiyorum” dedi.