? 15 Temmuz Parlamenter Demokrasiye Gerçekleşmiştir?

? 15 Temmuz Parlamenter Demokrasiye Gerçekleşmiştir?

Cumhuriyet Halk Partisi Milletvekili Muharrem Erkek Türkiye Büyük Millet Meclisinde Bekir Bozdağ hakkında verilen gensoru öneresi ile ilgili CHP Grubu adına konuşma yaptı.

Erkek meclis kürsüsünde yaptığı konuşmada; ? 24 Temmuz Taksim Manifestomuzda da vurguladığımız gibi, 15 Temmuz darbe girişimi parlamenter demokrasimize karşı gerçekleştirilmiştir? dedi. Erkek; ? Peki, 15 Temmuz neden yaşandı? On dört yıldır "istikrar" adı altında tek başına yönetiyorsunuz, ülkemizi demokratikleştirmek için çok önemli olan adımları atmadınız, bunlardan iki tanesi; Siyasi Partiler Kanunu ve Seçim Kanunu. 12 Eylül darbe hukukunu tahkim ettiniz. Özellikle son yaptığınız düzenlemeyle üniversitelerde rektörlük seçimlerini kaldırırken bizi 1981´e yani Kenan Evren dönemine geri götürdünüz. Bakın, eğer bir siyasi parti 550 milletvekili adayının tamamını birkaç kişinin iki dudağı arasında belirliyorsa ve bunu millete sunuyorsa millî iradeden bahsetmesi büyük bir çelişki ve istismardır. Bir anayasasızlık ve hukuksuzluk süreci yaşattınız. Anayasa´nın "Başlangıç" kısmının beşinci paragrafında laiklik ilkesi gereğince kutsal din duygularının devlet ve politika işlerine kesinlikle karıştırılamayacağı yazılı olduğu hâlde, siz camiye, kışlaya, adliyeye siyaseti soktunuz ve sonuç olarak ülkemizi yarı otoriter melez demokrasi sınıfına soktunuz. 15 Temmuz darbe girişimine bizi götüren sebeplerin arasında bunlar da büyük önem arz etmektedir. On dört yıllık tek başına iktidarınız sürecinde aynı menzile birlikte yürüdüğünüz bir yapı da tabii ki var. Devletin tüm kurumlarının Fetullah Gülen Cemaati´ne yani bir terör örgütüne teslim edildiğini bu süreçte gördük. Sayın Adalet Bakanı Amerika´da Amerika´yı uyardı, dedi ki: "Eğer siz tedbir almazsanız, on yıl sonra neyle karşılaşacağınızı bilemezsiniz." Peki, Sayın Adalet Bakanı, siz niye tedbir almadınız? Bakın -siz hukukçusunuz, ben de hukukçuyum, bu Meclis altında çok değerli hukukçular var- kasten, bilerek ve isteyerek tedbir almadınız. Bunun kanıtı 2004 tarihli Millî Güvenlik Kurulu kararıdır. Eğer siz bu Millî Güvenlik Kurulu kararı uyarınca gereğini yapmıyorsanız, bu kararı yok sayıyorsanız, "Bu kararı biz tanımıyoruz." diyorsanız; o, kasten hareket etmektir. Bu arada, Darbeleri Araştırma Komisyonunda gerçekler de ortaya bir bir çıkıyor çünkü gerçeğin üstünü hiçbir güç örtemez. Hilmi Özkök ne demiş Komisyonda: "2004 Ağustos ayında Millî Güvenlik Kurulu toplantısında Silahlı Kuvvetler olarak, komuta katı olarak dedik ki: Bu örgüt çok büyük bir imkân kabiliyetine kavuştu. İmkân kabiliyeti yıllar içerisinde oluşur ama niyet bir gecede değişir. Bir icra planı yapılsın, bu iş takip edilsin. Sonra, izledik ne yapılıyor diye ama pek bir şey de yapıldığını görmedik." Evet, dönemin Genelkurmay Başkanı. Nedim Şener´in ifadesinden bir alıntı: "MİT, biri 2004 Haziranı, diğeri 2004 Ağustosu olmak üzere 2 defa Emniyet ve TSK´daki FETÖ örgütlenmesini Millî Güvenlik Kurulunda anlatıyor." Peki, niçin tedbir almıyorsunuz? O dönemde iş birliği içinde olduğunuz için mi? O dönemde Fetullah Gülen Cemaati´ne yani bir terör örgütüne yârenlik mi yapıyordunuz, yoksa payandalık mı gerçekleştiriyordunuz? Bu kürsüden bu tedbirlerin niçin alınmadığını Sayın Bakan mutlaka yüce Meclise izah etmelisiniz. Bakın, Sayın Cumhurbaşkanı "Ne istedilerse verdik. Milletim bizi affetsin." dedi ama bunun üzerine Sayın Başbakan "FETÖ, AKP döneminde palazlanmamıştır." dedi. Kim doğru söylüyor değerli milletvekilleri? Kim doğru söylüyor? Bu yapıyla birlikte yürütülen kumpas davalarının savcısı kimdi? Türkçe Olimpiyatları için bastırdığınız hatıra paranın hatırasına ne oldu? Aynı menzile yürüdüğünüz Gülen Cemaati´yle birlikte güzel ülkemizi uçuruma sürüklediniz, devleti ve milleti hiç hak etmediği bir darbe girişimiyle karşı karşıya bıraktınız. 15 Temmuz gecesi halkın direnme hakkını kullanması, Parlamentonun iradesi, askerimiz ve polisimiz içerisindeki demokrasiye bağlı unsurlar ve medyamızın duruşuyla demokrasimiz ciddi bir darbe yemekten kurtarıldı. 15 Temmuz gecesi ve ondan sonrası, bu çatı altında bulunan dört siyasi parti de son derece onurlu bir duruş sergiledi. Darbeye karşı ortak bildiri yazıldı, bu bildiri yüce millete sunuldu ve bu bildiride Sayın Bakan, demokratik parlamenter sistem vurgusu yapıldı. Bakın, bu çok önemli ve anlamlıdır. Onun için, 15 Temmuz gecesi ölen insanlar, sizin fiilî güç birliğini başkanlık ambalajı adı altında bir hukuki zemine oturtmak isteğiniz için ölmedi, başkanlık sistemi için de ölmedi; anayasal sistemi, demokrasi ve özgürlükleri savundukları için öldüler. Ekonomimiz çöküyor, adalet çökmüş durumda, her 4 üniversite mezunundan 1´i işsiz, büyük bir yangın var içeride ve dışarıda; sizin tüm derdiniz başkanlık sistemi maalesef? dedi.

? İnsan insana itaat etmemek için devleti icat etti, hukuku icat etti?

Erkek hukukun üstünlüğünün olmadığı yerde hiçbir kimsenin güvende olmadığını kaydederek; ? İktidarın en yakınındakiler dahi. Fransız Devrimi´nin ünlü politikacısı ve hukukçusu Danton şöyle diyor: "Anayasasızlık ve hukuksuzluk Satürn gibidir; bir gün gelir, kendi evladını da yer." Bizim sorunumuz sistem sorunu değil; bizim sorunumuz anayasal iyi niyet sorunu, bizim sorunumuz Anayasa´dan kaynaklanan yetkiyle anayasal organlara seçilmiş kişilerin Anayasa´ya uymama sorunu, bizim sorunumuz demokrasi sorunu. Siyasal uzlaşma kültürünün gelişmediği çok parçalı bir parti sistemimiz ve bu sisteme kaynaklık eden ideolojik, etnik, dinsel ayrımların keskin olduğu bir toplumsal yapımız var. Bu nedenle Türkiye´de mutlaka ve mutlaka tarafsız, partiler üstü konuma sahip bir Cumhurbaşkanının gerekliliği çok açıktır. Anayasa´mız da zaten bu sorumluluğu Sayın Cumhurbaşkanına yüklüyor. Anayasa madde 103´te Cumhurbaşkanı, üzerine aldığı görevi tarafsızlıkla yerine getirmek için bütün gücüyle çalışacağına yemin etmiştir ve Anayasa madde 104 Cumhurbaşkanı için "Devletin başıdır." der. Devletin başıdır, Hükûmetin başı değildir Sayın Cumhurbaşkanı ve yine Anayasa uyarınca Anayasa´nın uygulanmasını da gözetir? diye konuştu.

? Hukuk üstünlüğünde 99. Sıradayız?

Erkek Türkiye´nin hukuk üstünlüğünde 99. Sırada yer almasına da değinerek; ? Adalet Bakanımıza seslenmek istiyorum ve adaletle ilgili tabloyu paylaşmak istiyorum. Evet, ülkemiz, Hukukun Üstünlüğü Endeksi´nde dünyada 113 ülke arasında maalesef 99´uncu sırada. Aslında bu endeks birçok gerçeği ortaya koyuyor. Bakın, Hukukun Üstünlüğü Endeksi´nde Tanzanya, Zambiya, Kırgızistan, Nijerya, Guatemala, İran gibi ülkeler bizim üzerimizde Sayın Bakan. Bu endekste çok çarpıcı bir veri de var, Hukukun Üstünlüğü Endeksi´nin ilk 15 sırasındaki ülkeler yani adalet sisteminin son derece sağlıklı işlediği ülkelerin tamamı parlamenter sistemle yönetiliyorlar, tamamı. Bunların birçoğu Avrupa ülkesi, Kanada ve Japonya´da var içlerinde. Bu endekse lütfen bir göz atın. Açılan ceza davası sayısında Avrupa´da lideriz ama hâkim sayısında son sıralardayız. Bu tablo, Ergenekon, Balyoz süreçlerinde de olduğu gibi yargı sistemimizde birçok suçsuz insanın uzun yıllar cezaevinde kalmasına da sebebiyet veriyor, asıl suçlulara ise çoğu zaman ulaşılamıyor, soruşturma dosyalarının durumu nedeniyle. Evet, savcılık soruşturma dosyaları 4 milyonu aşmış. En çarpıcı örnek ne biliyor musunuz? Çocuklara cinsel taciz ve istismar iddiaları ve davaları. Son on yılda tam yüzde 700, 7 kat artmış. Montaigne´in dediği gibi "Adaletin olmadığı yerde ahlaktan da bahsedilemez." Ankara Cumhuriyet Başsavcılığımızın 6/6/2016 tarihli bir iddianamesi Sayın Bakan, diyor ki: "Yargı içinde FETÖ/PDY´nin önemli bir kadrosunun varlığını sürdürdüğü yapılanmanın istediğinde her türlü hukuksuz kararı verecek ve yargı eliyle kamu gücünü örgüt menfaatine kullanacak binlerce hâkim ve savcı mensubunun bulunduğu tespit edilmiştir." İşte yargıyı getirdiğiniz nokta bu Sayın Adalet Bakanı. Son yıllarda kamuoyu tarafından yakından takip edilen birçok olaya ilişkin soruşturma ve yargılama süreçlerinin FETÖ-PDY´nin yargı teşkilatı içerisindeki mensuplarınca bu örgütün amaçları doğrultusunda ve yargı imamları tarafından verilen talimatlar uyarınca yapıldığı, bu süreçlerde bilinçli olarak hukuka aykırı uygulamalarda bulunulduğu tespit edilmiştir." Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının iddianamesi ve yargımızın geldiği tablo Sayın Bakan. Şemdinli, Ergenekon, Balyoz, Askerî Casusluk, Devrimci Karargâh, Oda TV ve şike davalarında örgüt mensubu olmayanların nasıl tasfiye edildiğini de hep birlikte yaşadık. Yargı mensupları ideolojik, etnik, mezhepsel temelde ayrıştı. Yüksek yargıda cemaatçiler, muhafazakârlar, ülkücüler, sosyal demokratlar diye gruplar oluştu ve toplantılar yapılmaya başlandı, yargıyı getirdiğiniz tablo bu. Böyle bir adalet tablosunun üzerine 15 Temmuz darbe girişimi ve OHAL süreci de eklendi. Uluslararası sözleşmeleri askıya aldık. Askıya alma rejiminde en önemli husus askıya alınamayacak maddelerdir. İşkence, kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesi ve yaşam hakkını askıya alamazsınız. Ayrıca çok önemli bir konu var. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi´ne Ek 6 ve 13 no.lu protokoller. Sayın Bakan, bu ek 6 ve 13 no.lu protokolleri sizin döneminizde imzaladık ve yürürlüğe koyduk, bu protokoller idam cezasını tümüyle ortadan kaldıran protokoller. Anayasa´mızın 90´ıncı maddesinin son fıkrası usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletler arası anlaşmaların yani bu protokollerin hukuk sistemimizdeki üstünlüğünü söylüyor. Bu protokollere göre siz idam cezasını getiremezsiniz. Ve Anayasa´mızın 15´inci maddesi "Suç ve cezalar geçmişe yürütülemez." Ceza hukukunun temel ilkesi olan ve Türk Ceza Kanunu´muzun 7´nci maddesinde vücut bulan sanığın lehine olan kanunun uygulanma zorunluluğu. Bütün bu hükümler ışığında ben Sayın Adalet Bakanına soruyorum ve bu kürsüden cevaplamasını önemle talep ediyorum: Siz idam cezasını geçmişe yürütebilecek misiniz, lütfen bunu çıkıp burada açıkça izah edin. Eğer Meclis idam cezasını geçirirse siz 15 Temmuz gecesi darbeye teşebbüs edenleri idam edecek misiniz, lütfen bunu çıkıp cevaplayın Sayın Bakan bir hukukçu olarak. 15 Temmuz gecesi halkına silah sıkanları ve darbe girişimiyle illiyet bağı olan herkesi yargılayın ve en ağır cezayla tecziye edin, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla ama idam çığlıkları maalesef hem uluslararası hukuk mevzuatına hem de bizim hukuk mevzuatımıza uygun çığlıklar değil Sayın Bakan? şeklinde konuştu.

? OHAL hukuksuzluk demek değildir, OHAL bir hukuk rejimidir?

 

OHAL´in hukuksuzluk demek olmadığına dikkat çeken Erkek; ? Olağanüstü hâldeki yöntemler yasama ve yargı organlarının denetiminde varlıklarını sürdürmelidir ama maalesef sarayda toplanan yüksek yargı olağanüstü yönetim usulünü bir hukuk rejimi olmaktan çıkarmıştır Sayın Bakan. Kendi içtihadının arkasında duramayan Anayasa Mahkemesi her türlü keyfiliğin yolunu açmış, temel hak ve özgürlükleri açık bir tehdit altında bırakmıştır. Rektörlük seçimlerinin kaldırılmasının, EĞİTİM-SEN üyesi 10 bini aşkın öğretmenin görevlerinden uzaklaştırılmasının, ülkemizin dünyanın en büyük gazeteci hapishanesine dönüştürülmesinin OHAL tedbirleriyle ne ilgisi vardır, bunları Sayın Bakan bu kürsüden izah etmelidir. Kolektif suç ve ceza uygulamalarıyla kitlesel mağduriyetler yarattınız. Masumiyet karinesini, cezaların şahsiliği ilkesini, suç ve cezada kanunilik ilkesini yok ettiniz. Doğrudan ve dolaylı kitleler hâlinde mağduriyetler -at izi it izine karıştı sözünü lütfen unutmayalım- potansiyel mağdurlar, şüphelilerin aile üyelerine yönelik uygulamalarla birlikte mağduriyet sayısı çığ gibi büyüdü. Muhalefeti tümüyle boğmak istiyorsunuz. Gazetecilerin ifade özgürlüğünü yok etmek istiyorsunuz. Ancak, biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak sizin hak ve özgürlükleri yok etmenize asla müsaade etmeyeceğiz. Bakın -bu süreçte- bir avukat olarak, hukukçu olarak paylaşmak istiyorum. Ceza muhakemesiyle güvence altına alınmış ve ceza yargılamalarının ve soruşturmalarının ruhu olan avukat, müvekkil mahremiyetini de maalesef temelinden zedelediniz. Avukatların kamu hizmeti niteliğindeki savunma görevi yaptığını unuttunuz. Otuz günlük gözaltı süresi, avukat erişimindeki zorlayıcı kısıtlamalar, tıbbi rapor alma usulündeki uygulama değişiklikleri işkence iddialarını artırdı ve kuvvetlendirdi maalesef. Adalet Bakanlığı Avrupa Parlamentosuna sunduğu bilgilerde vakaların yüzde 95´inde gözaltı süresinin üç-dört günü aşmadığını belirtti. Peki, o zaman bu otuz günlük gözaltı süresini niçin makul bir süreye çekmiyorsunuz böyle bir veriyi paylaşıyorsanız ve sunuyorsanız?
    Sizinle 2 mağduriyet örneğini paylaşmak istiyorum yüce Meclisin takdiriyle: Bir tıp profesörünü görevinden uzaklaştırdınız ve bu tıp profesörünün takip ettiği binlerce kanser hastasını da dolaylı olarak onunla birlikte giderilmesi imkânsız mağduriyetlere sürüklediniz. Bir kamu kurumunda çalışan, üstelik hizmet alımıyla taşeronda çalışan 2 çocuk annesi bir kadını, gariban bir kadıncağızı kapının önüne koydunuz, gerekçe; FETÖ örgütüyle ilişkili olduğu şüphesi. 2 çocuğuna bakmak için taşeronda çalışan bir işçi kadıncağızın Allah aşkına FETÖ´yle nasıl bir ilişkisi olabilir? Yapılması gerekenler belli. Bu süreçte hızla Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiserinin raporu dikkate alınarak gerekli tedbirleri almamız gerekiyor. Birleşmiş Milletlerin işkence konusundaki özel raportörünün de denetimine açık olmalıyız. Şeffaflık ve denetime açık olmak aksine bizim saygınlığımızı artırır, hukuk devletini güçlendirir. Adaletsizliği bir yangından çok daha çabuk söndürmeliyiz. Sözlerimin sonuna gelirken, ben, FETÖ´yle AKP´nin birlikte olduğu dönemlerde yürütülen kumpas davalarında, Ergenekon, Balyoz, askerî casusluk, Oda TV, şike kumpaslarında suçsuz olduğu hâlde yıllarca cezaevinde yatırılanlara, OHAL sürecinde FETÖ´yle illiyet bağı olmadığı hâlde mağdur edilenlere ve Cumhuriyet gazetesine yapılan siyasi operasyonlarda gözaltına alınan gazetecilere ve ailelerine Nazım Hikmet´in cezaevinden yazdığı bir şiirle bu kürsüden seslenmek istiyorum:" Bizi esir ettiler, bizi hapse attılar, beni duvarların içinde, seni duvarların dışında. Ufak iş bizimkisi. Asıl en kötüsü bilerek, bilmeyerek hapishaneyi insanın kendi içinde taşıması... İnsanların birçoğu bu hâle düşürülmüş, namuslu, çalışkan, iyi insanlar ve seni sevdiğim kadar sevilmeye lâyık..."